Bölüm I

Sınıflar ve Ara Sınıflar

"Küçük burjuva soyalizmi.... Kesin amaçlarında, yada eski üretim ve değişim araçlarını, onlarla birlikte eski ve yeni mülkiyet ilişkilerini ve eski toplumu yeniden getirmeye özenir, yada modern üretim ve mübadele araçlarını, bu araçlar tarafından havaya uçurulan ve havaya uçurulması kaçınılmaz olan eski mülkiyet ilişkilerinin çerçevesi içine sıkıştırmak ister. Bu sosyalizm, her iki durumda da hem gerici, hem de ütopyacıdır." (1) Tarih için yapılan tanımlar arasında, onun toplumların tarihi olduğu, toplumların nasıl kendini yeniden örgütlediği bir bilim olması yanı sıra, acaba her an yepyeni sürprizlerle karşılaşılan ve bu açıdan en ilginç bilimlerden biri olduğu yer almakta mıdır? Kuşkusuz, tarihte yer alan ilginç saptamalar, determinist olmamak kaydıyla, içinde bulunduğumuz an ile kıyaslandığında, ilginç olması yanı sıra, olağanüstü derecede öğretici ve ibret verici olabilmektedir.

SSİF her ne kadar ilk işçi sınıfı partisi değildir. İlk Türk işçi sınıfı partisinin 1895 tarihinde Istanbul Tophane Tersanesi işçileri tarafından kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti olduğu bilinmektedir. Ancak bu oluşum sadece tarihsel bir olay olark kaydedilmekle yetinmek gerekir. Türk işçi sınıfı hareketi içindeki yeri ve etkileri hakkında çok fazla bilgi yoktur. Öte yandan SSİF, Türkiye’de sınıf hareketinin başlatılması ve oluşturulması doğrultusuna öncü nitelik taşımaktadır. Bu öncü niteliği, onun sadece ilk Türk işçi sınıfı örgütlerinden biri olması yada II. Enternasyonal tarafından kabul görmesi ile bağlantılı değildir. II. Enternasyonal, SSİF’i 18 Aralık 1909 tarihinde “Selanik işçileri alt şubesi” olarak kabul etmiştir. Ama aynı zamanda bulunduğu bölgede kitleler içinde derinden derine kök salmış olan ayrılıkçı hareketlerin ortasında sınıf tavrını koymuş ve bunu sonuna kadar savunmuş ve üye sayısını artırmıştır. Çoğunluğunu İspanya ve Portekiz’den göçen Yahudiler olan Sefaratlar oluşturmakla birlikte, hazırı sayılır düzeyde Müslüman ve Rum gruplar yer almaktadır. Örgüt hem Selanik sınırını aşar, hem de Yahudi proletaryası dışında tüm uluslardan proletaryanın temsilcisi olur.

Tarihle ilgili böylesine ilginç bir durum, Türk işçi sınıfı tarihi ile bağlantılıdır. Bilindiği gibi, Türk işçi sınıfı tarihini biraz da “komünist” vurgusu yapmak adına, Bolşevik devrimi ile ilişkilendirmek için M. Suphi’nin kurduğu TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile başladığı yaygın kabul edilen bir görüştür. Kuşkusuz, bunun böyle olmadığını, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nu (SSİF) bilenler bilmektedir. 1909 yılında kurulan örgütün üyesi olduğu II. Enternasyonal’in 1910 Ağustos’undaki Kopenhag Kongresi’ne sunduğu rapordan örgütün kuruluş süreci, yapısı ve yönetimi hakkında bilgi edinilmektedir.

İlginç olan durum, SSİF’in Türk işçi sınıfı hareketi içinde fark edilmemesi değildir. SSİF’in proletarya partisi olarak öylesi çok uluslu yapısı ve çok canlı bir ayrılıkçı ulusalcı eğilimlerin hüküm sürdüğü koşullar altında proleter tavrını koruması ve artık Osmanlı Devleti’nde periferide yer alan ve özellikle Avrupa ülkeleri ve Rusya’nın kışkırtması sonrasında canlanan ayrılıkçı süreç içinde proletarya davasına sıkı sıkıya sarılmasıdır. Ulusal sorun konusunda; Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal yenilenmesi çerçevesi içined çözümlenmeliydi. Doğu despotizminin yerine geçecek çağdaş, laik ve merkezi gücün azaltıldığı bir devletin giderek “Osmanlı Milleti”ne yol açacağı, her etnik grubun yer alacağı ve özgürlüğünü elde edeceği bir federatif temelin bu gelişimi tamamlayacağı” düşünülmektedir.

SSİF’in federasyon önerisi, günümüz Türkiye’si için düşünüldüğünde, ulusal bütünlüğe alternatif getiriyor olması açısından pek de sevimsiz gelebilir. Ama SSİF’in yapığı bu öneri, Osmanlı Devleti içindir. Bu görüşün savunulduğu yıllarda Osmanlı Devleti’nin haritası bugünkü sınırlardan çok daha genişti ve en azından uluslar cenneti niteliğinde olan bütün Makedonya’yı içermekteydi. SSİF, federasyon önerisi, gerçekte Osmanlı Devleti’nin sınır vilayetleri için öngördüğü gevşet mülki yapıya da uygundu. Parti bu önerisi ile ulusal sorunun ikinci planda olduğunu da vurguluyor ve her kes aynı sosyalist ülke için (Osmanlı Sosyalist Devleti) çaba harcarken, kültür ve bağımsızca geliştirebilmesini istedik demekteydi.(2)

Bugünden bakarak SSİF’in nasıl olur da Türk işçi sınıfı hareketinde bu kadar geri planda tutulduğu yada hiç göz önünde bulundurmaz, anlamak mümkün değildir. Belki de bunun temel nedeni, SSİF’in ulusal ayrılıkçı hareketlere karşı aldığı kararlı tutuma karşın, 1912’den itibaren başlayan Balkan Savaşları ve bu koşullar altında farklı milletten olanların tutulduğu ulusalcı hezeyan olsa gerek.Ulusal mücadele, hiç kuşkusuz proletarya mücadelesini baskılayacaktı. SSİF’in kuruluşu yeniydi ve ulusal dalgalara kapılmasının önüne geçecek düzeyde proletarya içinde köklü bir geleneğe sahip değildi. Ama her şeye rağmen SSİF enternasyonal bir tutum takınır ve parti içinde proletarya kanadı hakim olur. 1912 sonlarına doğru Selanik Yunanistan’a geçer. Ancak çok ilginçtir, SSİF Yunanistan’ın Selanik’i almasını bir işgal olarak değerlendirir. Parti II. Enternasyonal’e şu bilgiyi geçer: “Selanik’in Yunanlılar tarafından işgali, ister istemez buna karşı koyan proletarya içinde milliyetçilik duygularının gelişmesi ile sonuçlandı. Bu durumda işçi sınıfı, iki düşman kampa bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır.^(3)

Selanik sosyalistleri hakkında söylenecek çok şey var. Yaptıklarından bugün için sayısız dersler çıkartılabilir. Ama ne var ki, bu çalışmanın konusu işçi sınıfından ziyade, küçük burjuvatiyi anlatmak ve onun radikal siyesi temsilciliğine soyunan burjuva radikallerini anlatmak. ama tarihte böylesi tutarlı sınıf tavrına ilişkin örnekler ile her zaman karşılaşılmıyor ve o nedenle enine boyuna üzeride durmak keyif verici oluyor.

Selanik sosyalistleri bizde pek bilinmiyor. Ama onların Yunanistan’ın dünya proletaryasının alnının akı olan komünistlerin öncülleri olduğu biliniyor. SSİF, 1912 yılında Yunanistan sosyalist partisi, 1918 yılında ise Yunanistan Komünist Partisi’nin kurulmasında önemli bir rol oynadı. Kuşkusuz SSİF, tarihte sadece Yunanistan Komünist Partisi’ne kaynaklık etmesi açısından değil, ama opportünist II. Enternasyonal yöneticilerine enternasyonal dersi vermesi açısından da tarihe geçmiş bulunuyor. Parti yöneticisi J. Hazan'ın SSİF içinde ulusal sorun ile kaynaklı enternasyonal sınıf dayanışması ile bağlantılı olarak tehlike konusunda Plehanov’a uyarıda bulunduğu tarih 12 Mart 1914’tür. Yani henüz vakit geçmemişti ve eğer II. Enternasyonal’in amiral gemisi Alman Sosyal Demokrat Partisi, eğer savaş kredilerini destekleme konusunda bir tereddüt geçirmiş idiyse, geri dönüp bakacağı en canlı örnek Balkan Savaşları olmalıydı. Ama belli ki oportünist sosyal demokratların bu konuda bir tereddüdü yoktu. Bir zamanların efsane ismi Plehanov bile dönek K. Kautsky gibi düşünmüyor muydu? Demekki sorun farkında olup olmamak değil, ama bir tercih sorunudur. Bur tercihin ne anlama geldiğini V.I. Lenin, açık bir biçimde sergilemektedir. Yurt savunmasının kimin işine yarayacağını sorgularken şöyle der: “Burjuvazi, dünyayı parçalayıp sömürerek elde ettiği büyük kârlardan, işçi bürokrasisi, işçi aristokrasisi ve küçük-burjuva yoldaşlar tarafından oluşturulan küçük bir azınlığa bazı kırıntılar düşebilir. Bu ayrıcalıklı işçiler katmanının işçi sınıfı yığınına karşı, "kendi" ulusal burjuvazileriyle bağlaşması, burjuvazi uşaklarının burjuvazinin sömürdüğü sınıfa karşı burjuvazi ile bağlaşmasından başka bir şey değildir." (4)

İşte bu çalışmanın konusu, böylesine burjuvazinin elinden kendisine düşecek kırıntıların peşinde olanlarla ilgilidir. İşçi sınıfından yana görünüp onlarla omuz omuza yürüyen, ama işte o karar anı geldiğinde gerçek kimliği ortaya çıkan dönekler. Bu dönekler bugün olduğu gibi dün de proletarya hareketinin başına bela olmuşlardı ve onu yolundan saptırmak için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdi.

Bunun örneklerini bunan sonraki İkinci Bölüm ve Üçüncü Bölüm içine verilmektedir. Bu iki bölüm arasında ayrım yapılmasının nedeni, döneklerin tarihi olgusuna belli bir vurgu yapmak içindir. Her ne kadar İkinci Bölüm de bir ölçüde tarihsel olarak nitelendirilebilirse de, burada esas olarak Marksist bakış açısı ile küçük burjuva radikalizmi ele alınmakta, oysa Üçüncü Bölüm ile daha çok küçük burjuva radikalizminin örnek tarihi ele alınmaktadır.

Burada ele alınanlarla ilgili olduğu ölçüde Türkiye’de radikal küçük burjuvazinin yakın tarihteki serüvenine geçmeden önce, Türk işçi sınıfı ile ilgili toplumsal koşulları ele almak gerekiyordu ve bu Dördüncü Bölüm içinde ele alınmaktadır. Osmanlı ve Türk küçük burjuvazisinin tarihini anlamak için, o döneme ait toplumsal tarihin biraz ayrıntılı olarak ele alınması zorunluydu. Ayrıntıdan söz etmişken, bunun söz konusu toplumsal tarihe ait dönemdeki olayların incelenmesi açısından hiç de ayrıntı olmadığı, gerçekte çok kısa bir özet olduğundan söz etmek gerekiyor. Bir bakıma, Osmanlı ve Türk toplumları için burada ele alındığı biçimiyle ancak belirli tezler ileri sürülebilirdi. Kuşkusuz, bu tezlerin kanıtlanması, ancak tezlerin kendi içinde verilenlerle yapılabilir. Yoksa uzun yıllar resmi tarih ile koşullandırıldıktan sonra bu dönem için özgün bir tarih çalışması söz konusu değildir.

Dördüncü bölümde özet biçiminde de olsa toplumsal tarihi için belirli tezlerle açıklık getirilmesi zorunluydu. Çünkü Türk toplumunda küçük burjuvazinin ortaya çıkışı ve siyasi bir güç olarak Türk işçi sınıfı hareketinin yanı sıra ve her zaman ona muarız olarak yer alması başka türlü açıklıkla konamazdı. Küçük burjuvazinin her zaman işçi sınıfı hareketine muarız-düşmanca olmasa bile- olduğu görüşü belki yadırganabilir. Tabii, küçük burjuva anlayışının dönekliği ve ihaneti düşmanca olarak kabul edilmemesi koşuluyla.

Küçük burjuvazinin hedefi özet olarak en azından daha fazla demokrasi, özgürlük, vs. olduğuna göre, bunlar işçi sınıfı için yararlı ve onun mücadelesinin önünü açan unsurlardır. Kuşkusuz bunlar, işçi sınıfı için yararlı olması bir yana, kendine özgü bir sınıf olarak küçük burjuvazinin mücadele etmesine hiç kimsenin bir diyeceği olamaz. Ama ne var ki, son tahlilde küçük burjuvazi kendine özgü bir sınıftır ve onun yolu kimi zaman işçi sınıfı hareketi ile paralellik gösterse de, her iki sınıfın kendine özgü özelliklere sahip olduğu kabul edilmeli ve küçük burjuvazi ile işçi sınıfı hareketinin ayrı ayrı yollardan geçeceğini bilinmeli ve aralarından farklılığının altı çizilmelidir. Burada da her iki sınıfın kurtuluşu için mücadelede kimi zaman ciddi karşı karşıya gelme ile bağlantılı örneklere yer verilmektedir.

İşte bununla ilgili örnekler son üç bölüm içinde yer alıyor. Beşinci Bölüm, dönemler itibarı ile Türk radikalleri incelenmektedir. Osmanlı toplumundaki Genç Türkler’den günümüze kadar Türk radikalizmin tarihsel serüveni bu kapsamda değerlendirilmektedir. Ana duraklar olarak Genç Türkler ve İttihat ve Terakki, Kadro Hareketi tarafından temsil edilen Kemalist ve demokrat sağ radikaller ve nihayet çok partili dönem sonrasında ortaya çıkan sol radikaller.

Bundan sonraki iki bölüm, esas olarak TİP ve TKP hareketleri ele alınmaktadır. Her iki partinin de sınıf ekseninde ve sosyalist-komünist görüşler doğrultusunda kurulmuş partiler olmasına karşın, kendilerini radikal küçük burjuva hareketinden soyutlayıp Türk işçi sınıfını temsilde sınıfta kalmaları anlatılmaktadır.

Böylelikle küçük burjuva radikalizmi, tarihi görevini yerine getirip kendi kaçınılmaz yok oluşu ile birlikte asalak olarak üzerine tutunduğu örgütlü işçi sınıfı hareketini de kendisinden önce tarihin sayfalarına gömmüş görünüyor. TİP ve TKP kapandı ve bunun uzantısı olan bir başka parti yok siyaset sahnesinde. Bu durum nereye kadar gidecek belli değil. Ama bir yerde tarih bizlere yeni sürprizler bulup çıkarabilir. Tarihin misyonu bu. Bunun için bekleyeceğiz. Ama şimdilik son sözü söylemeden önce, Selanik sosyalistleri için son bir deyinme gerekiyor.

Acaba SSİF’in Osmanlı topraklarında doğuşu ve 1912 yılı sonlarına kadar bu topraklarda faaliyet göstermesinin ardından, esas itibarı ile Yunan komünistlerinin atası olması, onu Türk işçi sınıfı hareketi dışına mı itmektedir? Buna yanıt vermek için partinin kurulduğu ve faaliyetlerini gerçekleştirdiği Selanik’in o tarihlerdeki durumu ve Osmanlı Türk toplumu için bir bütün olarak taşıdığı önem üzerinde durmak gerekiyor. Osmanlı sosyalizmin başlıca önderlerinden ve SSİF kurucularından Vlahof Efendi, İttihat ve Terakki listesinin milletvekili olarak yer aldığı Osmanlı Meclis_i Mebusan’da bir konuşma yapar. Konuşması Pravo (Halk) gazetesinde ve İstanbul gazetelerinin çoğunda yayınlanır. Vlahof Efendi, notlarına bakarak irticalen yaptığı konuşmasında ezcümle şunları söyler: “Meşrut_i Türkiye, örgütlenmiş işçilerden korkmamalı. Meşrutiyetin en iyi savunucuları onlardır çünkü. Yerli ve yabancı kapitalistlerin sömürüsüne karşı mücadele etmekteler ve yabancı kapitalistlerin meşrutiyetin asıl düşmanları olduğunu bilmeyen yok.”

Peki, Selanik’te kurulan ve münferiden bu bölgede faaliyet gösterin bir partinin tüm Osmanlı Devleti üzerinde, onun toplumsal tarihinde ne denli etkili olabilirdi?

Bu etkinin gerçekte sanılandan çok daha çok kapsamlı olduğunu söylemek gerek. Bilindiği gibi, İttihat ve Terakki, esas olarak Selanik’te örgütlenendi, faaliyetlerini yürüttü ve 1908 devrimi Selanik’in merkez olduğu Makedonya’da başladı. Padişah’ın isyancıların isteğini kabul ettiği telgrafı Selanik adresliydi.

Her ikisi de Selanik doğumlu olan SSİF ve İttihat ve Terakki partileri arasında her zaman belli bir düzeyde ilişki sürdürülmüştür. Bu açıdan bakıldığında, SSİF’in İttihat Terakki’nin son kanadı olduğu bile söylenebilir. Nitekim SSİF, 1908 devrimini izleyen Jön Türk iktidarının birkaç aylık özgürlük döneminde iki kuruluş arasında adeta bir balayı vardır. Valahof Efendi, 2. Meclis_i Mebusan’a İttihat Terakki’nin listesinden seçilmiştir. Bir başka parti yetkilisi İstanbul’a yürüyen Hareket ordusuna katılmıştı. Jön Türk devriminin birinci yıl dönümünde, kırmızı bayraklarla yürüyen Selanik işçileri, İttihatçılara büyük tezahüratta bulunurlar.

İttihatçılar, devrim öncesinde her zaman sosyalistlerle ilişki içindedir. Onlarla işbirliği kurmak istemiştir. Devrimden sonra da grevlere izin veriyor ve işverenlere karşı işçilerden yana tavır koyuyorlardı. SSİF için İttihatçıların Balkanlar’da kendi programlarına uygun Osmanlıcı bir çözüm önermeleri çok önem taşımaktaydı.

Ama bu durum çok sürmeyecekti. Jön Türk devrimi, kısa bir süre sonra kimliğini bulacak ve işçi sınıfına karşı parlamentoda sendika ve grev hakkını kısıtlayan yasa taslağı vermesi ile birlikte ilişkiler geri dönülmez bir noktaya ulaşacaktı.

Bütün bunlardan, SSİF’in Türk işçi sınıfı hareketinin örgütlü hareketinin uluslar arası düzeyde kabul görmüş ve tescil edilmiş biçimde başlangıcını temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Şimdiye kadar her nedense göz ardı edilmiş ve görmezden gelinmiş bu husus üzerinde burada, zorunlu göndermeler dışına daha fazla durulmayacaktır. Ama yine de bu silik ve belirsiz durumun nedenleri durmak gerekmektedir.

___________
(1) K. Marx, F. Engels, Komünist Manifesto, Bilim ve Sos. Yay. Sayfa 56.
(2) G. Houpt, P. Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, Gözlem Yay. S. 26.
(3) G. Houpt, P. Dumont, , a.g.e., s. 33
(4) Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm, Aralık 1989, Beşinci Baskı, s: 185